13 Mayıs 2016 Cuma

TASAVVUF VE TASAVVUF TERİMLERİ:



Tasavvuf kelime manasıyla gönlünü Allah'a bağlamak demektir.


Belli başlı tasavvufi terimler şunlardır: 


Aşk: İlahi aşk, kulun Allah'a olan sevgisi 
Aşık: Allah'a erişmek isteyen kişi 
Maşuk: Sevgili, Allah 
Masiva: Allah dışındaki diğer varlıklar 
Saki: İlahi aşk şarabını sunan kişi, doğru yolu gösteren şeyh 
Şarap: İlahi aşk Kâbe: Vuslat makamı 
Şem (mum): İlahi nur 
Çile: Nefsi köreltmek için yapılan terbiye, çekilen çile 
Tekke: Tasavvufun öğretildiği yer, meyhane 
Mürid: Tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarını öğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse 
Mürşid: Doğru yolu gösteren, ilahi aşkı anlatan 
VAHDET-İ VÜCUD:Evren yaratılmadan önce tek ve mutlak güzellik vardır.İnsan Allah'ın bir parçasıdır.Ondan ayrılmıştır ve tekrar ona dönecektir.Buna vahdet-i vücud yani varlığın tek oluşu denir.
Mutasavvıf, Tasavvuf ehli olan, herhangi bir tasavvuf yolunda mertebe katetmiş kişidir. 
Mürşit: Tasavvufta tabi olunan kâmil insan örneği. (Kelime anlamı: irşad eden.) 
Mürit: Arapça kelime anlamı olarak öğrenci demektir. Tasavvufta mürşide tabi olan bireylere verilen addır. 
Vird: tasavvufta bir zikir çeşididir. Tasavvufta belirli sayıda Allah denilerek nefsin durulmasını hedefleyen zikir çeşidine vird denir 
Tekke:tarikat etkinliklerinin yürütüldüğü yapılardır. Tekke anlamında dergâh, hankâh, âsitane sözcükleri de kullanılır 
Fenafişşeyh: Tasavvuf terimi. Bu makamda bulunan mürit yaptigi her işi şeyhinden bilir. Nereye baksa hep onu görür, daima onun huzurunda bulunduğu hissiyle ahlakını düzeltip güzelleştirir Fenafillah: "Ölmeden önce ölmek" anlamına gelir. Tasavvuf inancına göre, evrende gerçekte Tanrı'nın vaRlığından başka ebedi olan gerçek varlık yoktur,varlıklar onu gösteren birer aynadır. insan er ya da geç Tanrı'ya geri dönecektir

KİTAP , İSKENDER PALA'NIN HAYATI VE İSKENDER PALA İLE OD HAKKINDA YAPILMIŞ BİR RÖPÖRTAJ:

   Dağdan odun getiriyordum. Herkes ona odun diyordu; iki heceyle od-un işte , ateş veren şey... Ama ben onun ilk hecesiyle ilgilendim ateş olan kısmına , gönüllerde aşkı tutuşturan alevli kısmına , 'od' a talip oldum.









Od (Bir Yunus Romanı)

''Od (Bir Yunus Romanı)'', İskender Pala'nın 2011 yılında yayınlanan tarihi roman kitabıdır. Kitap Yunus Emre'nin hayat hikayesinden bir parça barındırmaktadır. Aynı zamanda Anadolu coğrafyası ve o dönemin siyaseti hakkında bilgiler barındırmaktadır.

Olayların geçtiği mekanlar:

Olaylar ilk başta Ucasar köyü'nde başlıyor daha sonra olan yağmalamalar ve insan katliamları sonucu köyde sağ kalanlar ile Sarıcaköy'e göç ediliyor. Yunus Emre Hacı Bektaş Veli'nin dergahına gidiyor daha sonrada Taptuk Emre'nin dergahında kalıyor. Genel olarak olayların geçtiği mekanlar buralar.


  Öncelikle İskender PALA'dan bahsetmek istiyorum:




1958, Uşak doğumlu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi (1979). Divan edebiyatı dalında doktor (1983), doçent (1993) ve profesör (1998) oldu. Divan edebiyatının halk kitlelerince yeniden sevilip anlaşılabilmesi için klasik şiirden ilham alan makaleler, denemeler, hikâyeler ve gazete yazıları yazdı. Düzenlediği Divan Edebiyatı seminerleri ve konferansları geniş kitleler tarafından takip edildi.
“Divan Şiirini Sevdiren Adam” olarak da tanınan İskender Pala, Türkiye Yazarlar Birliği Dil Ödülü’nü (1989), AKDTYK Türk Dil Kurumu Ödülü’nü (1990), Türkiye Yazarlar Birliği İnceleme Ödülü’nü (1996) aldı. Hemşehrileri tarafından “Uşak Halk Kahramanı” seçildi. Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk, Katre-i Matem ve Şah&Sultan adlı romanlarının baskıları yüz binlere ulaştı, pek çok ödül aldı. Türk Patent Enstitüsü tarafından marka ödülüne layık görüldü ve adı tescillendi. Evli ve üç çocuk babası olan Pala, halen İ. Kültür Üniversitesi öğretim üyesidir.


 Şair olmayışı hakkında şu sözleri söylüyor:



'' İtiraf etmeliyim ki şiir kitapları hiç ilgimi çekmiyordu. Çünkü yazdığım dörtlüklere sitayişler yağdırıp ileride büyük şair olacağımı söyleyen arkadaşlarım ve hocalarım yoktu. Bugün bir şair olamamışsam ve ömrüm şairleri kıskanmakla geçiyorsa eğer, bunun sorumluları onlardır.'' 


Osmanlı tarihi ve edebiyatla tanışması:



''Osmanlı tarihi ve edebiyatıyla tanışmam, Erzurum ve İstanbul'da geçen üniversite yıllarıma rastlar. Tanpınar'ın 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi'ne çarpılmıştım. Onun açtığı kapıdan girerek artık İsmail Hami'ler, Uzunçarşılı'lar, Pakalın'lar, Öztuna'lar okuyordum. Türk Klasik Edebiyatı'nı sevmiştim ve bir dönem, onunla ayrı dünyaların insanı olduğuma yanarak geçti. Âşıktım, ama onu tanımıyordum. Nihad Sami merhumun Resimli Türk Edebiyatı Tarihi benim Divanu Lugati't-Türk'ümdü. Oradan berceste eserleri tanımaya ve okumaya başladım.''

''En sıkışık zamanlarda bir divanın gazeller bölümünden fala bakar gibi bir sayfa açıp ilk karşıma çıkan gazel hakkında yazı yazmanın keyifli bir macera olduğunu söyleyebilirim size.''



İSKENDER PALA'YA GÖRE AŞK:

Aşk bir sarmaşıktır ve en iyi bir tanımı da budur. Aşk kelimesinin kökeni de oradan gelir. Sarmaşık bir ağacı dıştan sarar, yemyeşil gösterir ama içten içe kurutur. Nice çınarlar, nice selvi boylular aşkın sarmasıyla içten sararmış kurumuştur, dışı yeşil görünür hâlâ.

İskender PALA ile OD hakkında yapılmış bir röpörtaj:

Od bir Yunus romanı. Tarihi kaynaklarda sadece yarım sayfa tutarındaki bilgilerin araları doldurulmuş, şair Yunus ete kemiğe bürünmüş sanki. Pala, kafalardaki Yunus portresini değiştirmeden onu zenginleştirmeye çalıştığını söylüyor. Pala'ya göre Yunus, Mevlânâ kadar büyük, ama toplum nazarında onun ulaştığı yerden uzak... İskender Pala ile Yunus'u, romanı, kültürel zenginliklerin sanata niçin yansımadığını konuştuk.

Od fikri neyden doğdu, amacınız neydi?


Yunus'un 'Bir garip ölmüş diyeler/Üç günden sonra duyalar' dizeleriyle anlattığı gariplik... Mevlânâ'nın adı her yere yayılırken, ondan aşağı olmayan Yunus Emre'nin garip kalmasını istemedim. Üstelik de Mevlânâ ile aramızda dil perdesi varken... Mevlânâ'nın bulunduğu yerden çok bahtiyarım. Ama doğrudan kalbimize söyleyen Yunus'un da bilinmesini istedim.


Mevlânâ'dan aşağı değil derken... Şiiriyet mi, manevi anlamda mı?


İkisi de şiir söylüyor. Ama Yunus'un yaptığı Mevlânâ'nınkinden zor. Yunus çiftten-çubuktan başka şey bilmeyen insanlara yabancı oldukları bir dünyayı anlatıyor. Ben ikisini de birer güle benzetiyorum. Biri has bahçede açmış, her gün sulanır, budanır, bakımlıdır. Diğeri bir yamaçta dağ başında büyüyen bir gül, rüzgârını Allah estirir, gıdasını gönderir. İkisi de açar. Biri berrak bir safiyet kokar, diğeri işlenmiş bir zarafet... Onun için birbirlerine denktir diyorum.


Halkta karşılık bulmaları da birbirinden farklı mı?


Mevlânâ'dan ezberinizde bir şey yoktur bu coğrafyada. Ama hangi şehre, köye, eve hafızalarda Yunus'tan bir şey bulursunuz. Onun Mevlânâ'nın geldiği yere gelememiş olması 'garip'liğinden. 'Bir garip ölmüş diyeler/üç günden sonra duyalar' diye keramet izhar ediyor. Kerameti kendimce algılıyorum ve diyorum ki bir Yunus romanı yazmalıyım.

Tarihsel boşlukları nasıl doldurdunuz?

Yazdığım kitap bildiğimiz Yunus portresini bozmamalıydı. O bizim Yunus'tu, bizim evin çocuğuydu. Değiştirebilirdim, cengâver ya da Şeyh Yunus da yapabilirdim, şeyhti çünkü. Değiştirmedim, bütün kimliklerini coğrafyamızda ona atfedilen güzellikleri harmanlayarak portreyi zenginleştirmek istedim.


Kemal Tahir'in Devlet Ana romanında, Sabahattin Eyüboğlu'nun veya buna benzer diğer kitapların çizdiği Yunus tiplemesi bir değiştirme çabası mı?


O portreler birkaç Yunus şiirinin penceresinden bakarak oluşturulmuş. Ben Yunus'u bir şair olarak değil bir insan olarak anlattım: Rençber Yunus, Derviş Yunus bir de Işık Yunus... Yaşadığı çağı iyi okuyup orada yaşayacak olan Yunus'u irdeledim. Diğer kitaplar üç paragraf anlatım bir blok Yunus şiiri şeklinde, ben hiç şiir yazmadım.


Ama siz de şiirleri kullanmışsınız...,


Anlatımların içinde erittim, şiirler üzerinden yürümedim. Şiir söyleme aşamasındaki Yunus'un vetiresini, tedahüllerini, renkten renge girmesini anlattım. Bazen kendini İsa gibi bazen Musa gibi, bazen kilise, bazen cami düşüncesiyle yetmiş iki millete bakışını... Çünkü insan hayatının en ucuz şey olduğu coğrafyada başka türlü Yunus olmazdı.


Sabri Koz ve oğlunuz Ahmet Alperen'e teşekkür var. Onların Od'daki rolü ne?



Bir yıl önce, ilk defa Sabri Koz, 'Hocam bir Yunus romanına ne kadar ihtiyaç var, bunu yazsanıza.' dedi. O sıralar Galip Dede'nin Hüsn-ü Aşk'ını yazıyordum. Oğluma sordum. Onun tercihi de Yunus olunca Galip Dede'yi bıraktım. Devam edeceğim inşallah ona da.



Sonrasında nasıl gelişti süreç?


Araştırmaya başladım. Pek çok kaynağı yeniden gözden geçirdim. Bir dervişin hayatı çok da cazip değildi roman konusu olarak. Belki psikolojik roman yazarsınız ama o bile zor. İyimser düşündüm. Tarihi kaynaklarda Yunus'un İsmail isminde bir oğlu geçiyor. Karaman'da Yerce isminde bir köyü satın alıyor. İsmail üzerinden aksiyon kısmını vereyim diye düşündüm. Sonra Sitare önemli bir figür. Çünkü o kadının aşkından İlahi aşka doğru yükselen bir yol izlenmesi lazımdı.


Sitare, Yunus'un yıldızlı heybesi, Elif'in Sitare'ye dönüşmesi... O günlerde böyle aşklar var mıydı?


İnsan her zaman karşı cinsi sevme konusunda haddi aşmıştır. Haddi aşınca zaten o sevginin adı aşk oluyor. Her çağda hüzün dolu aşklar vardır. Leyla ile Mecnun hicri ikinci yüzyılın insanı, daha öncesi de var. Batı'da var böyle aşklar. 13. yüzyıl aşklara muhtaç olunan bir yüzyıl. Hayatlar o kadar savrulmuş, açlık, kıtlık, kuraklık, şiddetli kışlar üst üste gelmiş. Moğollar, haçlı şövalyeleri, Bizans... Kimin kime gücü yeterse onu alt ettiği bir çağda kadın için bir erkeğe tutunmak, erkek için bir kadını sahiplenmek önemliydi. Yunus mutlaka eşine çok âşıktı. Eşi öldüğü zaman dergâha Taptuk'un eşiğine varırken de içinde o aşkı taşıyordu.

Sitare'nin Yunus için anlamı nedir?

Bu özel bir aşk... Sitare yıldız demek. İleride o yıldızın ışığı hep yol gösteriyor. Sitare ölüyor, fakat yıldızı heybesinde, kalbinde, rüyasında... Onu yönlendiriyor.
Yıldızın peşinde güneşe ermek...
Eğer yıldızın peşine düşerse insan, yıldızı kaybetmeden daha fazla ışık bulabilir. Beşeri aşka tutulursa onu inkâr etmeden daha büyük bir aşka yelken açabilir. Yıldız, bir kadın, fakat o kadının aşkını, İlahi aşka gidince inkâr ettirmedim. Sufiler de etmiyor zaten. Güneş doğduğu zaman yıldız görünmez. Ama bu onun kaybolduğu anlamına gelmez.

KİTAP HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİM:

Bu kitabı okurken bu sene edebiyatta gördüğüm bilgileri günlük hayatımda kullanmış gibi oldum. Tasavvuf terimlerini biliyor olmak kitabın anlaşılabilirliğini sağladı.  Aslında daha önce hiç bu tarz tasavvuf içerikli bir kitap okumamıştım. Yüzyıllar öncesine gidip Yunus Emre ile seyehat ediyormuş gibi hissettim.Aynı zamanda bahsettiği devride kusursuz bir şekilde anlatmış. İskender PALA , dönemi , siyasi hayatı , Yunus Emre hakkındaki kesin bilgileri kendi kurgusu ve yeteneğiyle harmanlamış. Bu kitabı okumadan önce Yunus Emre'nin böyle bir hikayesi olabileceğini düşünmemiştim. Tapduk Emre'nin dergahında yetişmiş bir şair olarak düşünmüştüm. Bu kadar zorluklar yaşamış olabileceği tahmin etmezdim.Yunus Emre'nin hikayesi ile yazarın anlatımının birleşimi çok güzel bir sonuç çıkarmış. Şahsen Yunus Emre'nin hayatını internetten açıp okusaydım bu kadar akılda kalıcı ve zevkli olmazdı. Zaten sanatta bu ya estetik güzelliği ile ilgi çekiyor, öğretici metinlerden daha çok tercih ediliyor. Macera veya fantastik bir kitap olmamasına rağmen sürükleyici bir kitap. Benim için güzel bir deneyimdi. Kitabın en beğendiğim kısımları: Yunus Emre'nin dervişliği tanımlaması , Sitare'nin aşkı tanımlaması , ''Bizim Yunus'' bölümü. Bence kitap gerçek dışı değil , olağan olaylar içeriyor. Kitabın başındaki Molla Kasım ile ilgili kısımı kitabın diğer bölümlerine göre daha az beğendim. Daha az inandırıcı buldum ama yinede güzeldi. Son olarakta , Od önerebileceğim bir kitap oldu.  

BİR BİLGENİN ROMANI : OD

Özet:

Bilge, kelime anlamı itibarıyla bilgili, iyi ahlaklı, olgun ve örnek kimse şeklinde tanımlanır. Bu bakımdan oldukça geniş kişi kadrolarıyla içi doldurulabilecek olan bu kavram, “Türk Dünyası Bilgeleri” şeklinde sınırlandırıldığında, genellikle evrensel olanı kucaklayabilmiş, Türk kültür varlığını bilgeliğinin eserleri ile zenginleştirmiş, halka mal olmuş isimler ilk akla gelenlerdir. Yüklendikleri aydın vazifesiyle birer yol açıcı olan bilgeler, her toplumda ve her zamanda halklar tarafından sahiplenilir. Hayatları etrafında menkıbeler oluşur, eserleri dilden dile aktarılır. Modern zamanlarda bu aktarım ve sahiplenme, biçim değiştirir. Bilimsel, akademik araştırmaların yanı sıra söz konusu bilgeler sanatın pek çok dalından eserlerle geniş kitlelere aktarılır. Böylece yıllar ve hatta asırlar evvelinden başlayan bilgelik ve aydınlık vazifesi hâlihazırda devam eder. Yunus Emre, söz konusu bilgeler arasında en çok tanınan, eserleri en çok bilinenlerdendir. Hal böyle olunca, Yunus’un hayat hikâyesi de eserleri kadar ilgi çeker. Halkın içinden çıkmış ve asırlar sonrasında bile halkın bağrına bastığı bilge Yunus’un hayatı sinemada, tiyatroda, şiirde, romanda yeniden kurgulanır; temeli sevgi olan benliği yeniden inşa edilir. Çalışmamız, Yunus Emre’nin hayat hikâyesi etrafında oluşan “Od” adlı romanda, Yunus’un bilgeliğinin izlerini sürmeyi; onu bir halk bilgesi yapan nitelikleri, kimliğinin kurgusal düzlemde yeniden inşasını araştırmayı amaçlamaktadır. Tüm dünyada halk kahramanları veya bilgeler bugünün bakış açısı ve dili ile sanat eserlerinde yeniden kurgulanmış; bu çalışmalar kuşkusuz bilgelerin ve fikirlerinin bilinirliğini de arttırmıştır. Çalışmamız ile Türk edebiyatında bu rolü üstlenmiş eserlerden birinin yerinin aydınlatılması da umulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Yunus Emre, Od, bilge, roman, Türk edebiyatı.

İskender Pala tarafından kaleme alınan “Od - Bir Yunus Romanı” en genel ifadeyle Yunus Emre’nin hayatını ve onu “Bizim Yunus” yapan aşamaları anlatır. Romanda olay örgüsü üç anlatıcı tarafından aktarılır. Bu üç anlatıcıdan Molla Kasım merkezdir; diğer iki kişi hikâyeyi ona anlatır gibidir. Yunus Emre, Molla Kasım ve Samuel (İsmail)’in, yani kahramanların bakışından olayların nakledilmesi, olay, durum ve kişilere çok katmanlı bir bakışı beraberinde getirmiştir. Bilhassa kurgusal Yunus Emre karakterinin ağzından, Yunus’un halk anlatıları, menkıbeler ve velayetnamelerle bir araya getirilen hayat hikâyesinin anlatılması dikkate değerdir. Yunus Emre’nin hem romanın başkişisi hem de anlatıcısı olması onu kurgusal düzlemde daha canlı, daha ilgi çekici bir karakter yapar zira okuyucu onun hikâyesini bizzat onun ağzından, onun bakış açısından dinlemektedir. Kendi kendini anlatan bir karakter olarak kurgulanan Yunus, üçüncü bir şahsın anlatımı ile tanıtılan Yunus’tan daha canlıdır çünkü bu yolla okura hem Yunus’un hayatı ve fikirleri hem de üslubu ve benlik algısı yansıtılmış olur.

Yunus Emre’nin hayat hikâyesi kesin olarak bilinmez, hatta bu ifade Yunus’la ilgili yapılmış hemen hemen tüm çalışmalarda değişmeksizin kullanılır. Yunus’un hayatı ile ilgili yapılan çalışmalar, ana hatları ile tutarlı olsa da Tapduk Emre’nin gerçekten yaşayıp yaşamadığından Yunus’un ümmi olup olmadığına, Yunus’un yaşadığı köyden şiirlerine kadar delillere dayanan ve birliğe varılan görüşlerden söz etmek mümkün değildir. Ancak Yunus’un menkıbevi hayatı, halk anlatılarında da velayetnamelerde de çok farklılık göstermez. 

Bir edebi tür olarak romanın başlıca vasıflarından biri kurmaca oluşudur. Tüm sanat eserlerinde olduğu gibi romanda da sanatkâr gerçeği olduğu gibi yansıtmak zorunda değildir. Edebi eserlerin konusu gerçek olay ve kişilerden alınabilir fakat bunlar estetik bir anlatı oluştururken yeniden kurgulanır. Dolayısıyla bu çalışmada ele alınan “Od”un da gerçeği dile getirme, Yunus’un hayat hikâyesini belgelendirme gibi bir gayesi ve görevinin olmadığı yeterince açıktır. Yunus, temelini sevgiden alan dünya görüşünün yanında, kullandığı dil ile de halkın içinden ve halka mal olmuş bir bilge kişidir. Esasen Anadolu’nun gerçek fatihleri Anadolu köylüsünün yanı başında oturmayı kabul etmiş olanlardır. Yunus da bu fatihlerden biridir. Yunus’un halk tarafından böylesine benimsenmesi, belgelere dayalı bir hayat hikâyesi veya eksiksiz ve tartışmasız bir divan bırakmamıştır belki ama asırlar boyunca dilden dile anlatılacak menkıbevi bir hayat hikâyesi ile onu, düşüncesinin özü sevgi ile anmayı ve anlamayı sağlamıştır. “Od” da ağırlıklı olarak, kaynaktan kaynağa pek az değişiklik gösteren bu menkıbevi hayat çizgisi esas alınarak olay örgüsü oluşturulmuş bir romandır. Bu bakımdan romanın incelenmesi ile hem Yunus’un halk tarafından kurgulanan hayat hikâyesine hem de çağımızda bir başkişi ve anlatıcı olarak bu anlatılar üzerinden yeniden kurgulanan Yunus’a dair izleri sürmek mümkün hale gelir. 


YUNUS EMRE VE TASAVVUF

Yunus EMRE, İslam tarihinin  en büyük bilgelerinden olup yaşadığı ve yaşattığı inanç sistemi; Kuran'ın özüne ulaşarak, Tek olan gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi olan tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur.

Bu inanç sisteminde tek varlık Allah'dır. Allah bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri kapsamıştır, tektir, önsüz sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi, benzeri ve zıddı yoktur.Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve alemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir.Alemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir hareket,iş,oluş(fiil) onun güzel isimlerinden birinin belirişidir.

Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez

           ***
Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş
Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde


Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm varlıklar onun varlığının değişik suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları yoktur. Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var zannetmenin sebebi ise beş duyudur. Beş duyunun tabiatında olan eksik, kısıtlı algılama kapasitesi, bizi yanıltır ve çoklukta yaşadığımızı var sandırır. Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin, ve herşeyin kaynağı Allah'ın esmasının (isimlerinin) manalarıdır. Manaların yoğunlaşmasıyla bu "Efal Alemi" dediğimiz çokluk oluşmuştur. Bir adı da "Şehadet Alemi" olan, ayrı ayrı varlıkların var sanıldığı; gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının müşahede edildiği  alemdeki çokluk Tek'inyansıması,belirişidir. Bu izaha tasavvufta Vahdet-i vücud (Varlıkların birliği,tekliği) denir.
Cenab-ı hak varlığını zuhura çıkarmadan evvel gizli bir varlıktı.Bilinmeyen bu varlığa, Gayb-ı Mutlak (Mutlak Görünmezlik),La taayyün (Belirmemişlik),Itlak (Serbestlik),Yalnız vücudÜmmül Kitap (Kitabın Anası),Mutlak Beyan ve Lahut (Uluhiyet) Alemi de denir.

Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken
Biz ol vaktin dost idik, Azrâil ağyar iken.

Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı,
Âdem, Havva kandaydı, biz onunla yâr iken.

Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir
Konşuyuduk cümlemiz, nûr dağın yaylar iken."

"Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım 
Dilerisen deyüverem, ezelî vatandayıdım.

Kâlû belâ söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden
Hakk'dan ayrı değil idim, ol ulu dîvândayıdım."

"Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdım
Sözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i sultandayıdım."
                        ***
ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden
Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana

YUNUS EMRE İLAHİLERİ





          Yunus Emre - Aşksızlara Verme Öğüt



          Yunus Emre  -  Ben Dost ile Dost Olmuşam



        Yunus Emre  -  Bana Seni Gerek Seni



Yunus Emre  -  İlim İlim Bilmektir

12 Mayıs 2016 Perşembe

KİTAPTAKİ ÖZLÜ SÖZLER:

  • Bütün insanlar doğru olsaydı yiğitliğe lüzum kalmazdı. (Temür Alp,)
  • Her kaçışın hasret gibi, gurbet gibi, firkat gibi acıları; terk etmek, gözden çıkarmak, vaz geçmek gibi fedakarlıkları vardır. (Temür Alp)
  • Zalimim karnından aşı eksilmeye görsün mazlumun kanına ekmek doğrar da yer. Ama umutsuz olmamak lazımdır. Ayak kırıldı mı Allah kanat ihsan eder.(Temür Alp)
  • İktisadi teşkilat ahlaki teşkilattan sonradır. (Temür Alp)
  • İnsan sevinince üzüldüğünden daha çok ağlarmış.
  • Kim deli olduğunu söylüyorsa elbette akıllıdır.
  • Yoksulluk elbette hırsızlığı ve eşkıyayı davet eder. 
  • Sevgilinin gözünden  akan bir damla, bir erkek için ya hazinedir, ya da hazineyle tartılır. Çaresizlik yollarınızı bağladıysa o damlayı görseniz de iç acıdır, görmezden gelseniz de.
  • Mücadele azmi insanı zinde tutuyor.
  • Uzun bekleyişlerin kalbe yansıyan ihtilalleri olur.
  • İki kişinin birbirini sevmesi, birbirini dost edinmesi sahip edinmesi demektir.
  • İnsan bu dünyaya bir dava için değil bir sevgi için gelebilir.
  • Nefsine ağır geleni sakın kimseye tatbik etme. Düşmanının dahi insan olduğunu unutma. İnsanoğlu için en kutsal ibadet çalışmak, doğruluk ve insan sevgisidir.
  • Adalet duruluk ve doğruluktur.
  • Şu alemin şartlarına ayak uydur, ama kendin ol.
  • Su girdiği kabın şeklini alır; ama özde aynı kalır. 
  • Zor zamanlar insanın iç yüzünü ortaya çıkarır.
  • İnsanlar yaratılışlarının gereği madde ile mana dengesinde yaşamak isterler. 
  • Her ne ki arıyorsun; aradığın ancak sensin…iyinin de kötünün de fidanı senin içinde büyür. ( Hacı Bektaş)
  • Dünyalığı sevmek dostun düşmanı sevmesi gibidir. (Hacı Bektaş,
  • İnsan için ibadet çalıştığıdır. (Hacı Bektaş)
  • Adem alem içinde, alem adem içinde… İlla onu görmeye nur, gözden değil gönülden gelir. (Hacı Bektaş,)
  • Murada ermek sabır iledir. ( Hacı bektaş)
  • Uyuyan kişinin gördüğü de, yaptığı da işe yaramaz. (Hacı Bektaş )
  • Dost dosta yar olmalı. (Hacı Bektaş,)
  • Kulak ruhun penceresidir.
  • Yanlış olan, zor olan, hüsrana götüren kulun hata yapması değil, hatada israr etmesidir. (Tabduk Emre,)
  • Eşyanın lisanı hakikatin lisanıdır; çünkü hiç yalan söylemez.
  • Kalpler ancak Allahı anmakla sükun bulur, tatmin olurlar.
  • Bütün evreni kendini bilme yolunda bir kitap sayacağım. 
  • Senin olmayanı alma (Tabduk Emre)
  • Mal ve mülk dervişin şeytanıdır. (Tabduk Emre,)
  • Acıları tatlandırır sevgi, bakırı altın keser. (Molla Celaleddin,
  • Şifa bulur sevgiden bütün dertler. (Molla Celaleddin,
  • Bütün aptallıklar, bütün kötülükler benlikten doğar. (Molla Celaleddin, 
  • Güneş doğunca yıldızlar görülmüyordu, ama kayıp da olmuyorlardı.
  • Bilgiden sıyrılmak, yetişkin iken çocuk safiyetine dönmek gibi. 
  • Kendi hakikatimi bilmeden hiçbir hakikati bilmeyeceğim
  • Mekan olarak yakında olmakla gönül olarak yakında olmak çok farklı. 
  • İslam’ın temeli ahlak, ahlakın özü bilgi, bilginin özü akıl imiş. 
  • Bilgi irfan ile beslenirse kişi uyanık kalır.
  • Din ehlini kin ehlinden ayır. (Tabduk Emre)
  • Seni dostundan ayıran sözü dinleme, o sözde ziyan var. (Tabduk Emre, )
  • İslam ahlakını anlatarak söyle; her söylediğinin içine insan sevgisini katarak söyle. (Tabduk Emre,)
  • Sen halka kendini anlatma, halka kendilerini anlat. (Tabduk Emre)
  • Bir posta iki aslan sığmaz.
  • İnsanın omzundaki en ağır yük cahilliktir.
  • İbretle bakınca dağlarda ve yollarda da hikmetler, kudretler mevcuttur.
  • Sevgiliye gidecek hediyeyi saymak yakışık almaz.