Od (Bir Yunus Romanı)
''Od (Bir Yunus Romanı)'', İskender Pala'nın 2011 yılında yayınlanan tarihi roman kitabıdır. Kitap Yunus Emre'nin hayat hikayesinden bir parça barındırmaktadır. Aynı zamanda Anadolu coğrafyası ve o dönemin siyaseti hakkında bilgiler barındırmaktadır.
Olaylar ilk başta Ucasar köyü'nde başlıyor daha sonra olan yağmalamalar ve insan katliamları sonucu köyde sağ kalanlar ile Sarıcaköy'e göç ediliyor. Yunus Emre Hacı Bektaş Veli'nin dergahına gidiyor daha sonrada Taptuk Emre'nin dergahında kalıyor. Genel olarak olayların geçtiği mekanlar buralar.Olayların geçtiği mekanlar:
Öncelikle İskender PALA'dan bahsetmek istiyorum:
1958, Uşak doğumlu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi (1979). Divan edebiyatı dalında doktor (1983), doçent (1993) ve profesör (1998) oldu. Divan edebiyatının halk kitlelerince yeniden sevilip anlaşılabilmesi için klasik şiirden ilham alan makaleler, denemeler, hikâyeler ve gazete yazıları yazdı. Düzenlediği Divan Edebiyatı seminerleri ve konferansları geniş kitleler tarafından takip edildi.
“Divan Şiirini Sevdiren Adam” olarak da tanınan İskender Pala, Türkiye Yazarlar Birliği Dil Ödülü’nü (1989), AKDTYK Türk Dil Kurumu Ödülü’nü (1990), Türkiye Yazarlar Birliği İnceleme Ödülü’nü (1996) aldı. Hemşehrileri tarafından “Uşak Halk Kahramanı” seçildi. Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk, Katre-i Matem ve Şah&Sultan adlı romanlarının baskıları yüz binlere ulaştı, pek çok ödül aldı. Türk Patent Enstitüsü tarafından marka ödülüne layık görüldü ve adı tescillendi. Evli ve üç çocuk babası olan Pala, halen İ. Kültür Üniversitesi öğretim üyesidir.
Şair olmayışı hakkında şu sözleri söylüyor:
'' İtiraf etmeliyim ki şiir kitapları hiç ilgimi çekmiyordu. Çünkü yazdığım dörtlüklere sitayişler yağdırıp ileride büyük şair olacağımı söyleyen arkadaşlarım ve hocalarım yoktu. Bugün bir şair olamamışsam ve ömrüm şairleri kıskanmakla geçiyorsa eğer, bunun sorumluları onlardır.''
Osmanlı tarihi ve edebiyatla tanışması:
''Osmanlı tarihi ve edebiyatıyla tanışmam, Erzurum ve İstanbul'da geçen üniversite yıllarıma rastlar. Tanpınar'ın 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi'ne çarpılmıştım. Onun açtığı kapıdan girerek artık İsmail Hami'ler, Uzunçarşılı'lar, Pakalın'lar, Öztuna'lar okuyordum. Türk Klasik Edebiyatı'nı sevmiştim ve bir dönem, onunla ayrı dünyaların insanı olduğuma yanarak geçti. Âşıktım, ama onu tanımıyordum. Nihad Sami merhumun Resimli Türk Edebiyatı Tarihi benim Divanu Lugati't-Türk'ümdü. Oradan berceste eserleri tanımaya ve okumaya başladım.''
''En sıkışık zamanlarda bir divanın gazeller bölümünden fala bakar gibi bir sayfa açıp ilk karşıma çıkan gazel hakkında yazı yazmanın keyifli bir macera olduğunu söyleyebilirim size.''
İSKENDER PALA'YA GÖRE AŞK:
Aşk bir sarmaşıktır ve en iyi bir tanımı da budur. Aşk kelimesinin kökeni de oradan gelir. Sarmaşık bir ağacı dıştan sarar, yemyeşil gösterir ama içten içe kurutur. Nice çınarlar, nice selvi boylular aşkın sarmasıyla içten sararmış kurumuştur, dışı yeşil görünür hâlâ.
İskender PALA ile OD hakkında yapılmış bir röpörtaj:
Od bir Yunus romanı. Tarihi kaynaklarda sadece yarım sayfa tutarındaki bilgilerin araları doldurulmuş, şair Yunus ete kemiğe bürünmüş sanki. Pala, kafalardaki Yunus portresini değiştirmeden onu zenginleştirmeye çalıştığını söylüyor. Pala'ya göre Yunus, Mevlânâ kadar büyük, ama toplum nazarında onun ulaştığı yerden uzak... İskender Pala ile Yunus'u, romanı, kültürel zenginliklerin sanata niçin yansımadığını konuştuk.
Od fikri neyden doğdu, amacınız neydi?
Yunus'un 'Bir garip ölmüş diyeler/Üç günden sonra duyalar' dizeleriyle anlattığı gariplik... Mevlânâ'nın adı her yere yayılırken, ondan aşağı olmayan Yunus Emre'nin garip kalmasını istemedim. Üstelik de Mevlânâ ile aramızda dil perdesi varken... Mevlânâ'nın bulunduğu yerden çok bahtiyarım. Ama doğrudan kalbimize söyleyen Yunus'un da bilinmesini istedim.
Mevlânâ'dan aşağı değil derken... Şiiriyet mi, manevi anlamda mı?
İkisi de şiir söylüyor. Ama Yunus'un yaptığı Mevlânâ'nınkinden zor. Yunus çiftten-çubuktan başka şey bilmeyen insanlara yabancı oldukları bir dünyayı anlatıyor. Ben ikisini de birer güle benzetiyorum. Biri has bahçede açmış, her gün sulanır, budanır, bakımlıdır. Diğeri bir yamaçta dağ başında büyüyen bir gül, rüzgârını Allah estirir, gıdasını gönderir. İkisi de açar. Biri berrak bir safiyet kokar, diğeri işlenmiş bir zarafet... Onun için birbirlerine denktir diyorum.
Halkta karşılık bulmaları da birbirinden farklı mı?
Mevlânâ'dan ezberinizde bir şey yoktur bu coğrafyada. Ama hangi şehre, köye, eve hafızalarda Yunus'tan bir şey bulursunuz. Onun Mevlânâ'nın geldiği yere gelememiş olması 'garip'liğinden. 'Bir garip ölmüş diyeler/üç günden sonra duyalar' diye keramet izhar ediyor. Kerameti kendimce algılıyorum ve diyorum ki bir Yunus romanı yazmalıyım.
Tarihsel boşlukları nasıl doldurdunuz?
Yazdığım kitap bildiğimiz Yunus portresini bozmamalıydı. O bizim Yunus'tu, bizim evin çocuğuydu. Değiştirebilirdim, cengâver ya da Şeyh Yunus da yapabilirdim, şeyhti çünkü. Değiştirmedim, bütün kimliklerini coğrafyamızda ona atfedilen güzellikleri harmanlayarak portreyi zenginleştirmek istedim.
Kemal Tahir'in Devlet Ana romanında, Sabahattin Eyüboğlu'nun veya buna benzer diğer kitapların çizdiği Yunus tiplemesi bir değiştirme çabası mı?
O portreler birkaç Yunus şiirinin penceresinden bakarak oluşturulmuş. Ben Yunus'u bir şair olarak değil bir insan olarak anlattım: Rençber Yunus, Derviş Yunus bir de Işık Yunus... Yaşadığı çağı iyi okuyup orada yaşayacak olan Yunus'u irdeledim. Diğer kitaplar üç paragraf anlatım bir blok Yunus şiiri şeklinde, ben hiç şiir yazmadım.
Ama siz de şiirleri kullanmışsınız...,
Anlatımların içinde erittim, şiirler üzerinden yürümedim. Şiir söyleme aşamasındaki Yunus'un vetiresini, tedahüllerini, renkten renge girmesini anlattım. Bazen kendini İsa gibi bazen Musa gibi, bazen kilise, bazen cami düşüncesiyle yetmiş iki millete bakışını... Çünkü insan hayatının en ucuz şey olduğu coğrafyada başka türlü Yunus olmazdı.
Sabri Koz ve oğlunuz Ahmet Alperen'e teşekkür var. Onların Od'daki rolü ne?
Bir yıl önce, ilk defa Sabri Koz, 'Hocam bir Yunus romanına ne kadar ihtiyaç var, bunu yazsanıza.' dedi. O sıralar Galip Dede'nin Hüsn-ü Aşk'ını yazıyordum. Oğluma sordum. Onun tercihi de Yunus olunca Galip Dede'yi bıraktım. Devam edeceğim inşallah ona da.
Sonrasında nasıl gelişti süreç?
Araştırmaya başladım. Pek çok kaynağı yeniden gözden geçirdim. Bir dervişin hayatı çok da cazip değildi roman konusu olarak. Belki psikolojik roman yazarsınız ama o bile zor. İyimser düşündüm. Tarihi kaynaklarda Yunus'un İsmail isminde bir oğlu geçiyor. Karaman'da Yerce isminde bir köyü satın alıyor. İsmail üzerinden aksiyon kısmını vereyim diye düşündüm. Sonra Sitare önemli bir figür. Çünkü o kadının aşkından İlahi aşka doğru yükselen bir yol izlenmesi lazımdı.
Sitare, Yunus'un yıldızlı heybesi, Elif'in Sitare'ye dönüşmesi... O günlerde böyle aşklar var mıydı?
İnsan her zaman karşı cinsi sevme konusunda haddi aşmıştır. Haddi aşınca zaten o sevginin adı aşk oluyor. Her çağda hüzün dolu aşklar vardır. Leyla ile Mecnun hicri ikinci yüzyılın insanı, daha öncesi de var. Batı'da var böyle aşklar. 13. yüzyıl aşklara muhtaç olunan bir yüzyıl. Hayatlar o kadar savrulmuş, açlık, kıtlık, kuraklık, şiddetli kışlar üst üste gelmiş. Moğollar, haçlı şövalyeleri, Bizans... Kimin kime gücü yeterse onu alt ettiği bir çağda kadın için bir erkeğe tutunmak, erkek için bir kadını sahiplenmek önemliydi. Yunus mutlaka eşine çok âşıktı. Eşi öldüğü zaman dergâha Taptuk'un eşiğine varırken de içinde o aşkı taşıyordu.
Sitare'nin Yunus için anlamı nedir?
Bu özel bir aşk... Sitare yıldız demek. İleride o yıldızın ışığı hep yol gösteriyor. Sitare ölüyor, fakat yıldızı heybesinde, kalbinde, rüyasında... Onu yönlendiriyor.
Yıldızın peşinde güneşe ermek...
Eğer yıldızın peşine düşerse insan, yıldızı kaybetmeden daha fazla ışık bulabilir. Beşeri aşka tutulursa onu inkâr etmeden daha büyük bir aşka yelken açabilir. Yıldız, bir kadın, fakat o kadının aşkını, İlahi aşka gidince inkâr ettirmedim. Sufiler de etmiyor zaten. Güneş doğduğu zaman yıldız görünmez. Ama bu onun kaybolduğu anlamına gelmez.
Yıldızın peşinde güneşe ermek...
Eğer yıldızın peşine düşerse insan, yıldızı kaybetmeden daha fazla ışık bulabilir. Beşeri aşka tutulursa onu inkâr etmeden daha büyük bir aşka yelken açabilir. Yıldız, bir kadın, fakat o kadının aşkını, İlahi aşka gidince inkâr ettirmedim. Sufiler de etmiyor zaten. Güneş doğduğu zaman yıldız görünmez. Ama bu onun kaybolduğu anlamına gelmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder