Eser, Yunus’un hayat hikâyesi üzerinde yoğunlaşsa ve onun “Bizim Yunus” oluşunu anlatsa da Yunus’un hayatına giren ve ona yol gösteren pek çok bilgenin adı da romanda geçer. Yunus’u hazırlayan, devrin sosyal ve siyasi arka planı kadar hayatına bir şekilde dâhil olmuş bu pek çok bilge şahsiyet de anılmaya değerdir. Esasen Yunus’u hazırlayan bilgelerin başında birer halk bilgesi olan ninesi ve annesi başta olmak üzere aile büyükleri ve Temur Alp Ata ile Satı Nine’de şahıslaşan Türk kocaları gelir. İyi ahlakı, mertliği, dürüstlüğü, yiğitliği, sorumluluk duygusunu Yunus’a kazandıranlar, onun dünya görgüsünü besleyenler bu insanlardır. Bu yönüyle Yunus, dervişliğinden evvel de neredeyse hiç kötücül özellik taşımaz. Ondan daima müjdelenen bir insan gibi bahsedilmesi, vardığı her kapıda, gittiği her dergâhta beklenen kişi olması belki bu temele bağlanabilir.
Yazar romanın başında aslında herkesin bildiğini okurdan saklamaz. Molla Kasım’ın anlatıcı olarak kurgulandığı ilk bölümde, artık hayatta olmadığını Mübarek tenini toprağa indirdiğimiz güne kadar bu tedirginliğim sürüp gitti. Cümlesinden anladığımız Yunus, eriştiği makam ile anılır. Belgelendirilemeyen fakat anlatılarda rastlanan Molla Kasım- Yunus Emre hikâyesi burada yeniden kurgulanır ve romana biçim vermeye başlar. Bu bölüm Molla Kasım’ın Yunus’un şiirlerini yaktığı, suya attığı ve sonra şiirler arasında “Derviş Yunus bu sözü/ Eğri büğrü söyleme/ Seni sîgaya çeker/ Bir Molla Kasım gelir.” dizelerini görünce hatasını anladığı ve pişman olduğu bir olay eksenine oturtulur. Uyku ile uyanıklık arasında işittiği bir ses, Molla Kasım’a menkıbenin bilindik cümlelerinden birini söylese de (Onun şiirlerinden bini yerde mahlûk içindir. Allah binini suda balıklar, binini de gökte melekler okusun istedi. bununla avunmayan ve yaptığından pişmanlık duyan Molla Kasım, Yunus’un dergâhına gider ve yok ettiği dizelerin kıymetine yaklaşmayacağını peşinen söylemekle birlikte, hatasının bedelini ödemek ister gibi Yunus’un hayatını yazıya geçireceğini söyler. Böylelikle romanın devamında Yunus ve Samuel’in anlatıcılığını üstlendiği kısımlar, odak anlatıcı Molla Kasım’ın onlar ağzından naklettikleri olarak düşünülebilir. Yunus Emre’nin hayatının bir takım farklılıklarla pek çok kişi tarafından bilindiği göz önünde bulundurulduğunda pek tabii ki merak unsuru Yunus’un akıbeti üzerinde yoğunlaşmayacaktır. Herkesin bildiği bu sonu romanın başında anlatıcısına söyleten yazar böylelikle Yunus’un hayatını detaylarıyla kurgulamaya başlar
Yunus Emre - Bir garipsin şu dünyada
Bu fenada bir garipsin
Gülme gülme, ağla gönül
Derdin dahi çoktur senin
Gülme gülme, ağla gönül
Anadolu'da Moğol akımı ve Bizans saldırıları vardır. Her yeri yakıp yıkmaktadırlar. Yunus Emre eşi Sitare, (gerçek adı Elif olmasına rağmen ona yıldız anlamına gelen sitare adıyla hitap ediyor.) büyük oğlu İbrahim ve küçük oğlu İsmail ile yaşamaktadır. Bir gece Ucasar'a baskın olur. Sitare ve İsmail'i korunaklı bir yere götürüp yaralanan oğlu İbrahim'i Satı Nine'ye yetiştirmeye çalışır. Ancak başaramaz ve İbrahim ölür.
Yunus Emre - Niçin ağlarsın ey bülbül
Karlı dağları mı aştın
Derin ırmakları mı geçtin
Yârinden ayrı mı düştün
Niçin ağlarsın bülbül hey
Ucasar'da sağ kalanlar ile Sarıcaköy'e doğru yola çıkarlar. Sitare çok üzgündür. Sürekli İbrahim diye sayıklar. Bir şekilde Sarıcaköy'e varırlar.
Okuduğum bu bölümde en çok şu satırları beğendim: ''Ayak kırıldı mı , Allah kanat ihsan eder. Bu topraklarda asıl dert Allah'a isyan idi. Bütün bu olanlar O'nu unutmaktan oldu.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder